24 Ocak 2010 Pazar

içimdeki kadınlar a.k.a boşver alışırsın

Kaç gündür bunca gözyaşını nerde sakladım bilemiyorum. Öyle itelemişim, ötelemişim ki ağlamayı biri öldü sanıyorum ağlamama şaşırıp. Galiba geri dönmeyeceğini idrak edebildiğimde iyi olacağım. Şimdi kötüyüm. Kötü olduğumu kendime söylersem iyi olur gibi geliyor. Durmadan çelişkilerde çelişiyorum. Çelişmem kendimle. Yatağımdan çıkmadan durmadan ağlayıp acıklı filmler seyretmek harlequinler falan okumak istiyorum. Içimde bir de yıldız tilbe var galiba. Gözüm hep telefonda. Telefona baktığımı sezen içimdeki mantıklı kadın kızıyor bana. Bense ona,


-ben ilk defa birini rakı soframa oturttum lan. Düşün o kadar değer verdim.diyorum.

Uc uca ekleme yöntemiyle sigara içip duruyorum. sigaradan genzim yanıyor. bir kadeh şarap koysam mı diyorum, zaten şaraptan başım ağrıyor. bir sigara daha yakıyorum, aklıma yine geliyor. sigara içmezdi. sevgili dediğin sigara içmeli adlı bir numaralı kritere uymuyordu yani.



-He bak zaten sigara içmeyen adamdan ne hayır gelir ki?

-Ben hayır gelir sanmıştım.

-Aman ne hayır gelecek o adamdan. Sanki ilişkiniz bi boka benziyordu.

-Ama benzeyecekti, zamanla olacaktı kendi demişti.

-O sana bir sürü şey demişti.

-Birlikte yapacak çok şeyimiz, bir ara anlatırım dediği bir sürü anısı vardı.

-Bu kadar sezen aksu dinlersen olacağı bu.

-Ne yani geri dönmeyecek mi?

-dönmeyecek. sen biraz daha ağlayıp sonra unutacaksın.

-Yok bana hiç öyle gelmiyor. Çok fazla mehmet var.

-Boşver. Alışırsın. Serdar Ortaç dinle: binlerce dansöz var.

20 Ocak 2010 Çarşamba

basbaya ayrımcıyım ben

kendimle ilgili en yeni keşfim bu. önyargılı da denebilir hakkımda ama ayrımcılığı da kapsıyor.

sırf kahvesini sütlü içiyor diye sevmeyebilirim birini. salatalığı soymadan asla yemem diyen birinden de şüphe ederim misal.

ne bileyim şekersiz çay içen, hep kırmızı oje süren, atkısını fatih terim gibi bağlayanla boynuna sarıveren, montunu askılığa ve koltuğun arkasına atan biri de farklıdır.

türk kahvesini sade içenle orta içen de sadece damak tadında ayrılmaz.

he bir de anası, babası, doğup büyüdüğü şehrine göre ayırırım insanları. istanbullular'ı da kayırırım üstelik.

bu kısa bir itiraf. evet.

15 Ocak 2010 Cuma

ama arkadaşlar iyidir

Çünkü ona kırmızı mı siyah mı diye sorarken, bahanelerini sıralarken, bir bakışıyla sana aslında siyahı istediğini anlatabilir. Yazı tura atalım dediğinde, hep turaya içten içe daha çok istediğini koyduğunu bilir, eh be kızım der, tura işte daha ne atıyoruz yazı tura? Sonra sen ne kadar acı çektiğini anlatırken, aslında neye üzüldüğünü itiraf ettirir sana. Sonra gülmeye başlarsınız. Aynı arkadaş, eve gitmesem dediğiniz an, arayabilir sizi, hiç eve gidesim yok der, gel bir içki içelim. Sonra şükredersin, varlığına ve varlıklarına, arkadaşlar iyidir çünkü.

14 Ocak 2010 Perşembe

canımı acıtmadan

Canımı acıtmadan sevişin
Gözlerimin içine bakmayın
Susmayın
Siz sustukça yalnızlığıma batıyorum
Siz birbirinize baktıkça
iğneler batuyor ruhuma
onulmaz yaralarım var bu iğnelerden zaten
Beni sevmeyin
ben sizi sevdikçe çünkü
her seferinde
yaralarım kanamaya başlıyor yeniden,
durmuyor.
Içim bıçaklanıyor her bıçak darbesiyle
ölemiyorum huzurla.
Acısıyla diriliyorum.
Canımı acıtmadan öldürün beni

10 Ocak 2010 Pazar

hamur ve anne

Üç gündür yemek yemiyor olmasındandı sanırım annesinin ona uzattıgı içi kıymalı hamuru aynen üç gündür bir şey yemeyen insanlar gibi çiğnemeden yutması.  Yemek yemeye mi annesinin yemeklerine mi açtı anlayamadı. Anne şefkatini içine gizlemiş hamurun kokusunda annesi vardı. Onun hep gülümseyen gözleri vardı. Boğazının düğümlerinden zorlanarak geçen hamurların tadını belli belirsiz hissederken, annesini özledi. Annesine baktı şöyle bir, yine kendini gördü hırsla ısırdı tekrar hamur parçasını. Gülümsedi ilk kez.

babalar ve erkekler ve kız çocukları

Babasının arabasını apartmanın otoparkına girdiğini görmüş gibi, eve dönerken babasının arabasını kapının önünde görmüş, evde onu beklediğini hemen bilmiş gibi sevdi onu.

Babası yoktu, onun yerine onu koymuştu.

Kapıdan babası girdiğinde ona sarıldığı gibi sarılıyordu ona. Şefkatle, o biçimsiz sevgiyle karmakarışıktı. Aşık gibi, değil gibi, ondan sadece şefkat bekler gibi,ona şefkat göstermek ister gibi sevdi onu.

Gözlerine her baktığında yeterince sevemediğini düşündüğü babasını gördü. Hiç gösterememişti ona onu ne kadar çok sevdiğini, yani hiç sözcüklere dökememişti. Başkalarına hep derdi babamı çok seviyorum diye de babası hiç bilmezdi onun babasını ne kadar çok sevdiğini. Sevmek ayıpmış gibi, sevdiğini söylemek ayıpmış gibi hiç söylemedi.

Sonra babasının yerine başka adamları koydu, onları sevdi, onlara onları sevdiğini söyledi, babasını anlattı, babasını ne kadar çok sevdiğini, babasına sarıldığında dünyaya sarılıyormuş gibi hissettiğini anlattı, ama babasına hiç bunu anlatamadığını anlatamadı.


Sonra babası öldü, o öldüğünde ona ancak söyleyebildi onu ne kadar çok sevdiğini, her sarıldığında canına sarıldığını, her kız çocuğu gibi ilk babasına aşık olduğunu, her seviştiği adamı babasına benzetmeye çalıştığını.

Babası onu çok seviyordu.

Işin kötüsü, o da bunu annesinden duymuştu.

saat

cep telefonunun saatine her baktığında bir saat daha geçmiş oluyordu. sinirlendi. kendine rağmen hızla geçen saatlere mi, hızla geçen saatlere rağmen çalmayan cep telefonuna mı bilemedi.

8 Ocak 2010 Cuma

istanbul


Çünkü burada, bir adımınla,
semtin,
rengin,
düşüncen,
için, dışın değişir.
Yanından hızla akan insanlar lodos gibi çarpar,
her anın vapurdan yeni inmiş gibidir o yüzden
öylesine baş döndürür bu şehir,
evet, hayatın peşinden koşarsın burada,
çünkü hayat, peşinden koşulması gereken bir aşk gibidir özünde.
Öyledir ki gözlerine baktığında ölesin gelir,
sana bir günde de, bir ömürde de aynı duyguları yaşatır.
Kıymetlindir,
narindir,
bir dokunsan bir daha dokunamazsın,
dokunamazsan, yanarsın,
öyle çarpılırsın.
Sokakları da hayat gibidir zaten bu şehrin,
kafanı bir kaldırırsan,
bin çeşit gözle göz göze gelir,
bin farklı kaderle karşılaşırsın.
Hayat burada,
İstanbul'da.